Prof. Dr. EKREM BUĞRA EKİNCİ
Marmara Üniversitesi, Tarih
Tarihî an’anelere göre, Osmanlı Devleti’ni kuran Kayı boyunun Karakeçili aşireti, IX. asırda Selçuklularla beraber İran’ın Merv ve Mâhân mıntıkasına inmiştir. Malazgirt Harbi’yle batıya gelip, Anadolu’nun fethine iştirak etmiştir. Aşiretin beyi Kaya Alp, Artukoğullarına tâbi bir bey olarak Ahlat’a yerleşti. Harzemşahların yaklaşması üzerine, aşiret halkı, yurtlarına geri dönmek istedi. Kaya Alp’in yerine geçen oğlu, bunu kabul ederek, halkıyla beraber güneye yöneldi. Fırat nehrini geçmek üzere atını sürdü; ancak önü yar idi; suya kapıldı. Kendisini Ca’ber Kalesi eteklerine defnettiler. Tarihçiler bu kalede sonraları Düğer Türkmen aşiretinin hâkim olduğunu ve buraya Türk Mezarı dendiğini ittifakla kaydeder.
Soyu üç kıtayı tuttu
Takriben 1227’de cereyan eden bu hâdise üzerine, iki oğlundan Sungur ve Gündoğdu bir kısım aşiret halkı ile geri döndüler. Ertuğrul ve Dündar adlı diğer ikisi, tarihî bir karar vererek kaldılar. 400 çadır (hane) halkı ile Pasin ovasındaki Sürmeli Çukur’da yurt tuttular. Bilahare Ankara, ardından da Eskişehir’e hicret ederek; Selçuklu Sultanı tarafından Söğüt ve Domaniç’e uçbeyi yerleştirildiler.
3 kıtayı tutan 6 asırlık imparatorluğun atası, bu şanlı şehidin adı nedir? Osmanlı tarihçilerinin Şükrullah, Oruç Bey, Âşıkpaşazâde, Neşrî gibi ekserisi Süleyman Şah olduğunu söylerken; Enverî, Karamanî Mehmed Paşa gibi nisbeten daha eskiler, Gündüz Alp ismini verir. Muhtemelen Anadolu’yu Türklere yurt yapıp, Anadolu Selçuklu Devleti’ni kuran; Antakya’yı fethettikten sonra 1086’da Suriye’deki bir muharebede şehid düşerek Haleb kapısına defnedilen Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın parlak ismi ile karıştırılmaktadır. Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan da Musul dönüşü Fırat’ta boğulmuştu. Netice itibariyle Mezar-ı Türk’de yatan zât, Ertuğrul Gazi’nin babasıdır. Ancak isminde ihtilaf vardır. Bu ihtilaf, Gündüz Alp’in İslâmî isminin Süleyman Şah olduğu söylenerek giderilebilir. Zira Türkler Müslüman olduktan sonra, hem an’anevî Türk isimlerini, hem de İslâmî bir ismi beraber taşımışlardır: Abdülkerim Satuk Buğra Han gibi.
Osmanlılar, Türk Mezarı’na kıymet vermişler; hatırasını yaşatmışlardır. 1918’de Suriye, düşman işgaline uğradıktan sonra bile, henüz Osmanlı Devleti ismen de olsa yaşadığından, 1921’de Boyabatlı Yusuf Kemal [Tengirşek] ile Franklin Bouillon arasında imzalanan ve Suriye hududunu çizen Ankara İtilâfnâmesi’nde, Süleyman Şah Türbesi üzerindeki Türk hâkimiyeti Fransızlar tarafından tanındı. Metnin 9. maddesi şöyledir: “Sülâle-i Osmaniyye’nin müessisi [kurucusu] Sultan Osman’ın büyük pederi Süleyman Şah’ın, Ca’ber kalesinde kâin ve Türk Mezarı nâmıyla ma’ruf merkadi [kabri], müştemilâtıyla beraber Türkiye’nin malı olarak kalacak ve Türkiye orada muhafızlar ikâme ve Türk bayrağı keşîde edebilecektir”. Lozan’da da bu hüküm teyid olundu. O zamandan beri Türk toprağı sayılan Süleyman Şah Türbesi’nde Türk bayrağı dalgalanır ve bir müfreze asker bekler. 1956 tarihinde Suriye hükümeti ile yapılan mutabakatta, türbedeki askerlerin her ayın 7’sinde nöbet değiştirmesi ve 20’sinde ikmal alması kararlaştırıldı.
Baraj tehdidi
Yavuz Sultan Selim’den kalma 10×5 metre ebadındaki mihrablı türbe, Selçuklu motifleriyle süslü, çöl tarzı kerpiçtendi. Son olarak atalarının ve Türk büyüklerinin hatıralarına verdiği ehemmiyetle tanınan Sultan Hamid tarafından tamir edilmişti. Sürgünde yaşayan meşhur 150’lik muharrir Refik Hâlid (Karay), türbenin içler acısı vaziyetini 1929’da bir yazısında tasvir eder. Bunun üzerine 1936’da da Maarif Vekâleti tarafından tamir görmüştür. Türbede üç sanduka bulunmaktadır. Ortadaki Süleyman Şah’a, diğer ikisi oğlu ve aileden birine aittir. Buraya bir türbedar bakar. 600 m2 tel örgü içindeki türbenin yanında bulunan ve 1938’de yaptırılan karakolda, Akçakale jandarma kumandanlığından askerler nöbet beklerdi. Beyaz badanalı duvarları ve kiremitli çatısıyla, mıntıkanın en ihtişamlı binasıydı.
Suriye müstakil olduktan bir müddet sonra iktidarı ele geçiren Baas rejimi, Osmanlı izlerini silme gayesi çerçevesinde; 1966’da inşaına başlanan Tabka Barajı altında kalacağı için mezarın Türkiye’ye taşınmasını istedi. Türbe, Haleb’e bağlı Karakozak köyüne taşındı. Baraj 1973’te bitti. 2006’da Ca’ber Kalesi’ne de tehdit eden Teşrin Barajı inşaı sebebiyle, türbenin altı doldurulup yükseltilerek mesele çözülmeye çalışıldı; 15 askerin bulunduğu karakol da yeniden inşa edildi. Şimdiki türbe ile müştemilatı 10 dönüm toprak üzerinde ve Türkiye sınırına (en yakındaki Suruç’un Mürşitpınar köyüne) 30 km mesafededir.
Tarih-i Selâtin-i Osman müellifi Muallim Nâci’nin şu mısraları hatıra geliyor: “Zikre şâyândır Fırat’ın her yeri/Ben ki bir Türküm unutmam Ca’ber’i/Türk olan nimetşinas olmak gerek/Var yeri [yürü] gitsem Mezar-ı Türk’e dek.” Bir de Antep türküsü vardır: Al önlüğün alası/Yıkıl Ca’ber kalası/Ben bu suya çıkmazdım/Hep analık belâsı… Şimdilerde Süleyman Şah Türbesi’nin, Suriye’deki milislerin tehdidi altında olduğu anlaşılıyor. İster misiniz, petrol anlaşmaları ile arkasını sağlama alan Türkiye, bu vesileyle Suriye’ye girsin? Bu vesileyle eski günlerin ihyasına, Osmanlıların atası vesile olsun?
Ca’ber Kalesi
Ca’ber Kalesi, Türkiye hududunun 100 km ötesinde, Fırat nehrinin sol kıyısında, suya doğru bir çıkıntı yapan tepeceğin üzerinde suya hâkim mevkidedir. Bugün yıkıntıları duran Ca’ber Kalesi, Rakka’ya 50; Haleb’e 110 km mesafededir. Antik ismi Davsara iken, Ca’ber (veya Ca’fer) Kuşeyrî tarafından fethedildiğinden, bu isimle anılmaya başlamıştır. Etrafında ekseriya göçebe Türkmenler yaşar. Bugün Anadolu’daki Türkmen aşiretlerinden biri olan Caberli (Cabarlı), ismini buradan alır. Şimdi stratejik ehemmiyetini kaybetmiş olan kale, vaktiyle mühim bir konak mevkiindeydi ve çok tarihî hâdiselere şahit olmuştur. Türk Mezarı, eskiden kalede değil; kalenin eteklerindeydi. Şimdi daha uzağa taşınmıştır.
Kaynak: http://akademikperspektif.com/2014/04/02/suleyman-sahin-kabrinin-basina-gelenler/